Tara Kitap

Önceden Almıştık Abi…

Şu uzun, yaza denk gelen bayram tatillerinde, hunharca İstanbul’u terk eden arkadaşlarımın, şehirde kalan bizler için söylediği “İstanbul’un tadını siz çıkarıyorsunuz…” lafı kadar uyduruk bir şey duymadım arkadaş. Ulan İstanbul’un sizsiz ne anlamı var? Siz değil misiniz her seferinde Avrupa’nın “nezih” şehirlerinden dönüp tozunu, gazını özlediğimin İstanbul’u diye diye şehre inen? Ben değil miyim “Ne Überi müberi… Sarı taksinin tadı bir başka oluyor kardeş’’ diyen? Zorlu’da, orda burda gezerken kimselere görünmeden, trafiğin, pasın, kirin içinden çıkmayı başarıp; şık ve ülke gerçeklerinden mümkün olduğunca uzak bir restorana oturmanın gururu olmadan tadı madı çıkmaz buraların…
Daha iki gün önce, iki yıldır bas bas bağırarak gelen ekonomik kriz, dolar 7 TL’yi görünce “Hepimiz aynı gemideyiz” klişesini herkes herkese tekrarlarken, ne oldu da bir anda topunuz güneye, bir kısmınız batıya, diğer bir kısmınız da Karadeniz’e kırdı dümenleri? Ayrıca bu nasıl bir krizdir ki Instagram’ın yarısı Yunan adalarında. Kimle konuşsam, “Abi önceden almıştık tatili” vs gibi ucuz laflar… Önceden aldığı için sanki daha bir keyifle uzanıyor şezlonga herif. Fırsatçı kafa her denize girişinde küçük hesaplarıyla birlikte yüzmekten mutlu…
Söz konusu tatil olunca dünyanın en sistematik ırkıyız tamam. Tamam, aylar öncesinden hafta hafta, gün gün Bodrum tatilini planlayanlar, biletlerini alan insanlar tanıyoruz. Ama arkadaş Ocak ayının birinde avro 4,5 TL ve kur tatlı tatlı yükselirken ve ülke Plevne marşını açmış Doğan SLX gibi son gaz krize yol alırken nasıl Fikonoski adası tatili planlayabiliyorsun? Ben var anlamıyor ki…
Neyse ben size İstanbul’un nasıl tadını çıkardığımı biraz anlatayım… Öncelikle Maslak’tan Moda’ya arabayla 10 dakikada gitmenin nasıl bir gerilim olduğunun farkında değilsiniz. Distopik bir şehirde, sürekli bir terslik olmalı, yanlış giden bir şeyler var hissi ile araba kullanmanın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. Ayrıca yollar boş olduğundan arabalar daha bir kontrolsüz gözüküyor gözüme. Boş yolda sürmek ayrı bir tecrübe istiyor. Radyoda dinlediğim ‘’Tanklarıyla yapamadıklarını dolarlarıyla yapamaya çalışıyorlar… Allah’ın izniyle nasıl 15 Temmuz’da yumruğu vurduysak tanklara, dolara da yumruğu vuracağız’’ diyen vatandaşı bana aşıladığı özgüvenle yoluma devam ettim. Neyse ki Beşiktaş ve Beyoğlu’nun gayrimeşru çocuğu Moda’ya ayak basınca biraz huzur buldum ama çok uzun sürmedi bu durum. Gittiğim mekân neredeyse bomboştu… Ben ve İstanbul’un tadını çıkaran diğer üç beş kişi pek eğlenemedik…
Ertesi gün bayramı fırsat bilip uzun süredir uğramadığım ananeme gittim. Gitmeden de annemi aradım. Annem ve teyzem onlara önceden satın aldığım Salzburg turundaydılar. Ananem şeker hastası olduğundan, nasıl bir hediyenin onun hoşuna gideceğini sordum bizimkilere. Teyzem, ananemin dilimli bahçıvan beyaz peynir ve pastırma sevdiğini söyleyince tatilde tatsızlık olmasın diye telefonu aceleyle kapattım. Sonra bakkala gidip 4 adet dilimi beyaz peynir ve nedense yine dört adet pastırma alınca, garipsediğim hediyemin önemini anladım fişi görünce. Keşke önceden alsaydım bunları diye geçirdim aklımdan…
Ananemle, fonda Flash Tv eşliğinde bol dedikodulu, lahmacunlu ve çaylı keyifli birkaç saat geçirdik. Tam bütün bayramı burada geçirebilirim seviyesine gelip, beynim uyuşmaya başlamıştı ki, ananem ekranda dönen ‘Mavi Mavi’ filminde gördüğü Hülya Avşar için Urfa şivesiyle “Bak hele bu karı da gençliğinde ne kiloluymuş” deyince artık kalkmam gerektiğini anladım.
Sonraki günlerde yerli-yabancı tüm köşe yazarlarını ve iç karartıcı tüm haberleri okuduktan, Kardashian’ların tüm sülalesine hakim olduktan, ve Netflix’te kıyıda köşede kalan ne varsa izledikten sonra deliliğin sınırında gezdiğimi fark ettim.
İstanbul’un tadı madı boş sokaklarla, ortalıkta gerçeklikten kopmuş milyonlar gezmeden çıkmıyordu işte. O milyonlar, bayramla birlikte, kopuştan kaçışa geçiş yapmışlardı sadece. Ülkenin ve dünyanın gidişatını ne yaparsa yapsın değiştiremeyeceğini bilen veya buna inanmış insanlar çareyi sonrasını düşünmeyecekleri adalara kaçarak bulmuşlardı.
Pazartesi işe giderken sokakları yine boş görünce biraz aklım karıştı. Sonrasında, insanların Kurban Bayramı’nı Zafer Bayram’ı ile birleştirdiklerini öğrenince ülkenin ciddi bir psikozda olduğuna dair bir şüphem kalmadı.
Keşke bende önceden bir ada tatili, yanında ahtapot, kalamar ve bol meze satın alıp kaçsaydım şu Fikonoski’ye dedim kendi kendime…

Paylaş :

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir