Nikâhları severim. Düşünsenize yedi milyar insan arasında hayatının aşkını bulmuşsun! Ömrünün sonuna kadar birlikte olmak isteyeceğin doğru insana denk gelmek, bence piyangoda büyük ikramiyeyi kazanmaktan bile daha zor. Ama buldun mu da senden şanslısı yok. Duygusal yanı bir tarafa, acayip güzel bir dizi etkinlik de cabası. Nişandı, nikâhtı, düğündü, kınaydı, bekârlığa vedaydı... Sıralama doğru olmadı belki ama tam olarak bahsettiğim şey, masallardaki gibi kırk gün kırk gece süren düğünlerle yarışacak kadar bol eğlence! Hem sonrası da başlangıcı kadar renkli; yıldönümleri, doğumlar, babyshower’lar.. Neredeyse takvimdeki her gün bir kutlama vesilesi.
Seremonilerden bahsetmişken keşke siz de şu an yanımda olsaydınız. Sanki burası belediyenin kırk yıllık nikâh dairesi değil de Çırağan Sarayı. Tamam belki biraz mübalağa oldu ama belediyelerin nikâh daireleri eskisi gibi değil artık. Makul bir ücret karşılığında gayet özenle düzenlenen kokteyl salonlarında, misafirlere jet sosyete gibi muamele gösteriliyor. Ne yalan söyleyeyim insan havaya bile giriyor. Şöyle bir bakıyorum salondaki davetliler de şıklık yarışında. Kadınlar sinema yıldızlarıyla yarışır bir edayla taşıdıkları taşlı ya da payetli göğüs veya sırt dekoltesi olan elbiseleriyle adeta ışıldıyor. Şık pabuçları, çantaları ve dünyaca ünlü modellere eşdeğer makyajları ise ayrıca takdire şayan. Erkeklere gelince, genci ya da yaşlısı illaki bakımlı, fönlü saçları, ilginç kesim sakalları, jilet gibi ütülü takımlarıyla her biri kendi klasmanında iddialı. Her şey ama her şey çok güzel... Az kalsın unutuyordum, salondaki renkli balonlar ve taze kır çiçekleri de hoş ayrıntılardan. Karşımdaki manzara bana gerçekten çocukluğumda okuduğum peri masallarını anımsatıyor. Evlilik hakkında sanırım biraz Oscar Wilde gibi düşünüyorum; “Erkekler yorulunca evlenir, kadınlar meraktan.”
“Demek onları da sen tanıştırdın, aralarını sen yaptın?” diyen Filiz’in sözleriyle düşüncelerim dağılıyor. Hemen toparlanıp daha bir dik durup çenemi biraz da havaya kaldırıyorum. Vakur bir edayla elimdeki sodadan bir yudum daha alıp “Evet şekerim, onların Eros’u benim” diyorum kocaman bir gülümsemeyle.
“İşte, işte geliyorlar!” diye küçük bir çığlık atıyor Filiz, çocuk gibi gelinle damadın geldiği yönü parmağıyla göstererek. Nevin, vintage gelinliğiyle adeta davetlilerin yüreğini hoplatıyor. Suat ise her daim moda şık smokinle karizmasını konuşturuyor.
Genç çi in nikâh salonuna girmesiyle kopan alkış, çalınan ıslıklar neredeyse duvarları titretiyor. Hayatlarının belki de en güzel gününü, aileleri, yakınları ve dostlarıyla paylaşan çi in mutluluğu zararsız bir virüs gibi salondaki konukların yüzlerine yayılıyor. İçeride Pollyanna’nın sevinçten çılgına döneceği sevgi dolu bir atmosfer var. Gözlerimi kapatıp bu pozitif havayı içime çekiyorum. Şu an hücrelerime kadar sevinçle doluyum ama o da ne? Kopan alkışa rağmen nikâh müziği kulaklarımı tırmalıyor. Zira bu bildiğiniz klasik düğün marşı! Her çi in bir özel şarkısı vardır, yoksa da olmalı. Niye onların yok? Bilmediğim bir sorun mu var? “Belki onu da ben seçmeliydim” diyorum Filiz’e. Filiz ise ayrıntılara değil, nikâha odaklanmış vaziyette, beni duymamış gibi heyecanla “Şimdilerde yabancılar gibi ayakta nikâh kıyılıyor” diyor. Şöyle bir bakıyorum da ne kadar da heyecanlı.