Kasımpaşa’nın Çamuru
İtalya’da yedi ay kaldım. Kötüydü orada çalışmak. Yemeği falan... Bir gemide çalışmanın en kötü tarafı sürekli denizde olmaktır, insan karayı görünce sevdiğine kavuşmuş gibi oluyor; bir gemide çalışmanın en iyi tarafıysa yine denizde olmaktır, insan denizde kirlenmiyor, karada çok kötülük var.
Gemi Haliç’e demir atınca, arkadaşların eğlenme teklifine aldırış etmeden, eve doğru yola koyuldum. Kasımpaşa’nın sırtından aşağı çamurlu yolda yürüyüp ahşap evlere bakarken içimi bir hüzün kapladı. Bir daha gitmek istemiyorum buradan, dedim kendime. Hanımdan, sevdiğim iki kızımdan aylarca uzak kalmak... Sonra durumumuzu düşündüm, bu gemi işini bulmadan önce İstanbul’da dolaştığım kapıları...
Kapıyı büyük kızım açtı, Aysel. Dokuz yaşında. Parlak, sarı saçlı. Sarıldı hemen. Yanağıma ıslak bir öpücük bıraktı. Sesimi duyan küçük kızım sallanarak geldi yanıma. Gönül. Yedi yaşında. İsteksizce, nasıl olduğumu sordu. Ellerimdeki, İtalya’dan getirdiğim poşetleri aldı. Eteklik, ucuz kumaşlar... Selma...
Selma’yı aradım. Kapıda karşılamadı beni. Hasta mıydı? Aysel’e sordum. Odada olduğunu söyledi. Yatak odasına girmeden eve şöyle bir baktım. Uzun zaman boş kalmış bir ev gibi... Ruhsuz, tozlu... Yatak odasının kapısını çalmadan açtım. Selma uzanmış yatıyordu, üstüyle. Uyumamıştı. Beni görünce kalktı. “Hoş geldin,” dedi. Soğuktu. Yanına gittim. Elimi alnına koydum, “İyi misin?” diye sordum. “İyiyim,” dedi. Sabah gittiğim işten akşam dönmüşüm gibi davranıyordu. Odadan çıktı.
Çıkıp mutfağa, Selma’nın yanına gittim. Sandalyeyi çekip oturdum. Kırmızı uzun eteğine, pembe kazağına, hareket ettikçe yüzünde oynayan siyah benine uzunca baktım. Özlemişim Selma’yı.
Selma sofrada hiç konuşmadı. Düşünceli ve sessizce yemeğini yiyordu. Üzerimde öyle bir yorgunluk vardı ki bu derin sessizliğin nedenini sorgulamak istemiyordum, bugünün yarını da vardı. Çocuklara okulun nasıl gittiğini sordum. İyi olduğunu söylediler. Gönül, ablasının ileride Cumhuriyet’in güzellik yarışmasına katılacağını söyledi. Odalarına hep geçmiş yıllardaki güzellerin fotoğraflarını asmış. Aysel kardeşine ters ters baktı. Bunun hesabını soracağını söyledi.
Söylediklerini çocukluklarına verdim, sesimi çıkarmadım. Selma’dan masayı donatmasını isteyecektim, sonra vazgeçtim. Biraz Yorgo’yla vakit geçirmek beni kendime getirir, diye düşündüm. Evden çıkarken kızlarımı öptüm, Selma’ya uzunca baktım, kapının eşiğinde. Yarın Kasımpaşa’nın pazarına giderken nasıl olsa konuşacaktı. Kadınlar... Susuyorlarsa, onların konuşacağı zamanı beklemeli... Selma’nın susması meşhurdur, bir de kırmızı etekleri...
Eteği çamura batmış bir kadının peşinden yürüdüm sokakta. Elindeki bastonuyla salınarak yürüyordu. Benden korkmasın, aramızdaki mesafe açılsın diye sokağın köşesinde bekledim. Bir ara komşumuz Halim’in sesini işittim. Karısıyla kavga ediyordu. Bunların da ne bitmez kavgaları vardı. “Bana ne,” dedim. Ayaklarım çamur olmuştu. Şu Kasımpaşa’nın çamur deryası ne zaman bitecek, bu vali, Belediye Reisi Gökay neden çalışmaz bilmem. Gece bir tane açık eczane bulunmaz. Allah muhafaza bir hastamız olsa...